Tüm dünyada “Hilal uğruna batan güneşlerimizi” 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Zaferi’nin 109. Yıl Dönümü’nde rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyoruz. Ruhları şad, mekânları Cennet, makamları âlî olsun! Rabbim şefaatlerine nail eylesin!
Hilâl de güneş de yıldız da dünyamızı aydınlatan birer ışık kaynağı. Tıpkı, Medine’ye hicretlerinde “Sen güneşsin, sen aysın, sen Süreyya yıldızısın!” diye karşılanan sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) gibi… Ve biz O Sevgiliyi, O Sevgilinin Sevgilisini, gerçek sevgililerimizi hatırlatır diye severiz onları… Ve Şehitlerimizi… O sevgililerin aydınlık ışığı sönmesin diye can feda edenlerimizi…
Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale Şehitlerine şiirinde “Bir hilâl uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!” derken bayrağımızdaki hilâlin İslamiyetin sembolü olduğuna, batan güneşlerin her birinin de İslam’ın ve İslam diyarlarının korunması uğruna can veren şehitlerimiz olduğuna vurgu yapıyordu. Gazze’li, Filistin’li güneşimiz Çanakkale’de batarken, Çanakkale’li, Türkiye’li güneşimiz Gazze’de, Filistin’de, Yemen’de, Medine’de, Balkanlarda, Afrika’da, Libya’da, Cezayir’de batmıştı.
Türkiye bayrağındaki kızıllığın şehitlerin kanı olduğu yaygın bir kabulleniş. Şehit kanlarıyla yoğrulmuş İslam diyarlarını sembolize ediyor bayrağımızdaki kan kızıllığı. Ama sadece kanlarını değil, bizatihi kendilerini, batan güneşleri, o güneşlerin batarken ve yeniden doğarkenki kızıllığını da düşünmek gerekiyor bayrağımıza bakarken. Yüzbinlerce, milyonlarca güneş…
Mevlana, “Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür ama o, doğmaktır.” demişti ya, o güneşler hiç batmamıştı zaten! Şimdi de İslam güneşinin yeniden doğuşuna ve ışımaya başlamasına şahit oluyoruz!…
Oktay Rıfat “Suda güneş ışımaya başladı mı, Suyun yüreği çarpmaya başladı mı, Bir aşk mektubu gibi gelir, Kırlangıç, Uzaktaki sevgiliden, Bir elinde çiçeklenmiş badem dalı, Bir elinde çayır çimen.” demişti ya… Onun için Sezai Karakoç da soruyor: “Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır?” ve ekliyor “Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır!”
Sezai Karakoç “Kan İçinde Güneş” şiirinde de Sovyetler’in baskıcı tutumuna karşı daha fazla dayanamayarak 1956 yılında isyan eden Macar halkı üzerinden Türkiye’deki mücadeleye bir muştu taşımaya çalışıyordu. Şiirdeki “kan içinde güneş” imgesi esasında bayrağımızdaki hilal uğruna batan ve doğmak üzere olan güneşlere telmihte bulunduğu gibi, bir yandan yıkım ve acıyı hafızada diri tutarken bir yandan da umudu ve dirilişi, yeniden doğuş ve aydınlanmayı müjdeliyordu: “Ve güneş yavaş yavaş yükseliyordu Peşte dağlarında Ve kan pırıl pırıldı Kızgın ve kaynar Bin güneş yanıyordu kanda Küçük fakat sağlam”
Evet, batan günden sonra şimdi “geceyi onaran mimarın göklerden gelen kararı” ile İslam güneşi yeniden yükselip yüzbinlerce, milyonlarca şehidimizin pırıl pırıl kanlarında ışımaya başlarken, kızgın ve kaynayan kan içindeki yürekleri de ayaklandırıyor.
Milyonlarca güneş yanıyor şehit kanlarıyla yoğrulmuş vatanda, Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da, Amerika’da, Türkiye’de ve Filistin’de… Küçük ve sağlam.
Badem dalları çiçeklenmiş, elimizde çayır çimen…
Süleyman Arslan #18MartÇanakkaleZaferi