İstiklâli adlîmiz için bir darbe!

Lozan Barış Andlaşmasının Türk Hukukuna Etkisi

Lozan Sulh Muahedesi’yle hukukumuz istiklâlini kazandı mı, yoksa sınırlandırıldı mı? Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin mi?

24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Sulh Muahedesi imzalandığında bu sözleşmeye ek olarak Türk Heyeti tarafından İtilaf Devletlerine İdare-i Adliyeye Dair Beyanname adlı bir beyanname imzalanarak verilmiştir, tek taraflı taahhüt altına girilmiştir. Her ne kadar asıl sözleşme metninde yer almasa, tek taraflı bir beyanname olsa da bunun bir mecburiyetin sonucu olduğu, ancak kullanılan ifadelerde mümkün olduğunca baskının hissettirilmemeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.

Yazı ekinde sunduğum Lozan Sulh Muahedesine ekli İdare-i Adliyeye Dair Beyanname ve bu beyanname hakkında Hariciye Encümeni Mazbatasında zikredilen görüşler yeni Türkiye Devletinin hukukunun başlangıcından itibaren dış güçlerin baskısı altında bağımsızlığını kaybettiğini, hukuk inkılaplarının itilaf devletlerinin ve Cemiyet-i Akvam’ın müdahalesi ve kontrolü altında şekillendiğini göstermektedir.

21, 22 ve 23 Ağustos 1923 tarihli TBMM görüşmelerindeki konuşmalar milletvekillerinin bu andlaşmayı Sevr’e göre çok büyük kazanım olarak görmekle beraber istenen düzeyde istiklali sağlamadığı için isteyerek değil, mecburen kabul ettiklerini, ancak mücadelenin bundan sonra da devam edeceğini göstermektedir.

Lozan Andlaşmasında işgal devletlerinin işgal ettikleri Türkiye topraklarından çekilmelerinin ancak Andlaşmanın yürürlüğe girdiğinin tebliğinden itibaren gerçekleşeceği düzenlenmiştir. Bu da yapılan andlaşmanın baskı altında kabul edildiğinin açık göstergesidir. Nitekim İstanbul’un işgaline de ancak Lozan Andlaşmasının onaylanmasından sonra son verilmiştir. Andlaşmanın onaylandığı 23 Ağustos 1923 tarihinden itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başlamış, son İtilaf birliği 4 Ekim 1923 günü şehri terk etmiştir.

Andlaşmanın ekindeki karşılıklılık ilkesinin olmadığı tek taraflı Beyannameye göre;

Türkiye Hükümeti 1914 – 1918 harbine iştirak etmemiş ülkelerin hukukçuları arasından hazırlanacak listeden Avrupalı hukuk müşavirleri seçecek, beş seneden aşağı olmamak üzere lüzum göreceği bir müddet için, Türkiye memuru sıfatıyla tehir etmeksizin hizmetine alacaktır.

İşbu hukuk müşavirleri Adliye Vekiline bağlı bulunacaklar ve bir kısmının memuriyet mahalli İstanbul şehri ve diğerlerinin memuriyet mahalli de İzmir şehri olacaktır.

Bu memurlar Kanun komisyonlarının çalışmalarına iştirak edeceklerdir.

Hakim sınıfının görevlerine müdahale etmeksizin Türk hukuk, ticaret ve ceza mahkemelerinin vazifelerini ifa tarzını takibe ve Adliye Vekiline lüzum görecekleri bütün raporları vermeye memur edileceklerdir.

Gerek hukuk, ticaret veya cezaya ilişkin adli muamelelerden, gerek cezaların icrasından ve gerek kanunların takibatından doğabilecek bütün şikâyetleri, -Türkiye kanunlarına tam uygunluğunu temin için- Adliye Vekilini haberdar eylemek üzere kabul salâhiyetini haiz olacaklardır.

Hukuk müşavirleri meskenlere girişlerin ve aramaların veya tutuklamaların mahal verebileceği şikâyetleri de kabule salâhiyettar olacaklardır.

Diğer taraftan İstanbul ve İzmir yargı çevresinde belirtilen muameleler, icra olunduktan sonra, Adliye Vekilinin yerel temsilcisi tarafından gecikmeksizin hukuk müşavirine bildirilecektir. Yerel temsilci hâkim bu gibi hususlarda hukuk müşaviriyle doğrudan doğruya muhabere salâhiyetini haiz olacaktır.

Cünha  (Kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç) maddelerinde kefaletle tahliye yolu yüzünden kamu güvenliği haleldar olmadıkça veyahut muvakkaten tahliye keyfiyeti kanuni tahkikatın selâmetini ihlâl etmedikçe kefalete bağlanacak, tahliye yolu daima zorunlu olarak yerine getirilecektir.

Hukuk ve ticarete ilişkin kanun maddelerinin uygulanmasında bilcümle tahkim sözleşmeleriyle tahkim sözleşmesi mahiyetindeki hükümler mecaz olup bu suretle verilecek hakem kararları, bidayet mahkemesi reisinin tasdiki üzerine icra edilecektir. Mumaileyh bidayet reisi, kamu düzenine aykırı olmadıkça hakem kararını tasdikten imtina edemiyecektir.”

Beş senelik müddet ile atanan Avrupalı hukuk müşavirlerinin kanun komisyonlarına katılımı, mahkemelerin işleyişini gözetim ve raporlaması, doğrudan hakimlerle muhaberede bulunabilmesi, şikayetleri alabilmesi gibi hususlar ülkenin bağımsız yargı hakkını kısıtlayan hükümlerdir. Egemenliğin kısıtlanması anlamına gelmektedir. Aslında bu örtülü bir manda yönetiminin kabulü demektir. O günden bugüne Hakk’a tapan milletimizin sosyal, kültürel, siyasi, hukuki, dini ve benzeri yönlerden zayıflamasına, harici bedhahların yanında dahili bedhahların güçlenmesine neden olan gelişmeler olmuştur.

Lozan Andlaşmasının Meclis tarafından onaylanmasından sonra gerçekleşen “Hilafetin Hükûmet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğu” gerekçesiyle hilafetin kaldırılması, devletin dininin İslam olduğunun Anayasa’dan çıkarılması gibi beş yıldan fazla süren hukuk inkılaplarının aslında sözkonusu hukuk müşavirlerinin kontrolünde dış güçlerin baskısı altında gerçekleştiği daha belirgin hale gelmektedir.

Gerek devletin dininin İslam olduğuna dair düzenlemenin Anayasadan çıkarılmasında gerekse laiklik ilkesinin kabulünde bu dış güdümlü hukuk yönetiminin etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum.

Bu bağlamda bahsi geçen Avrupalı hukuk müşavirlerinin kaç kişi ve kimler oldukları, ne kadar süreyle neler yaptıklarına, hangi konulara ne kadar müdahil olduklarına dair bir rapora tarafımdan ulaşılamamıştır. Böyle bir çalışmanın yapılmasında fayda olduğunu düşünüyorum.

Yine TBMM zabıtlarından Türkiye ahalisinin tamamının Türk olarak gösterilmesinin Lozan andlaşmasının bir gereği olduğu, böylece ülkedeki gayrımüslim azınlıkların gerçek kimliklerini gizleyerek veya açıktan Türkiye Devletinin sevk ve idaresinde etkin olmalarına imkan sağlandığı görülmektedir.

Şu halde emperyalist işgal devletlerinin arzu ve istekleri doğrultusunda gerçekleşen hukuki yapılanmanın savunucuları kendilerini Hakka Tapan Millet’in bir ferdi olarak kabul ediyorlarsa bir kez daha düşünmelidir.

Lozan Andlaşması Sevr’de ölümü görüp sıtmaya razı olmaktan başka bir şey değildir. Daha sonradan Hatay’ın kurtuluşu ve Montrö Andlaşması iyileşme alametidir. Bu tedavi çalışmaları devam etmelidir. Gerçek bağımsızlık için verilen mücadeleye katkı sağlamak “Hakka Tapan Millet” olmanın mutlak gereğidir.

Gerek Andlaşmada gerekse Beyannamelerde kabul edilmemesi gereken bir çok husus bulunmaktadır. Ancak o günkü şartlarda bu andlaşmayı ve beyannameleri TBMM’ye kabul ettirmekten başka çare görmeyen siyasiler TBMM’ye arzlarında memnuniyetsizliklerini izhar etmişler, ama bir şekilde Meclis tarafından kabulünü sağlamaya yönelik ifadeler kullanmışlardır. Nitekim, Hariciye Encümeni mazbatasının İdarei Adliyeye Dair Beyanname Hakkında görüşlerini ifade eden kısmında Asrî bir devlet kurmak için ruhu istiklâli asla rencide olmamak şartiyle ve münasip vasıta ve usullerden istifade etmeyi esasen kabul etmiş olan Büyük Millet Meclisi Hükümeti için mezkûr senedat lüzumu olmıyan müeyyidattan ibaret ise de müddeti memduda ile mukayyet bulunduğu için Muahedei Sulhiyenin taksimini tavik eder mahiyette görülmemiştir.”, (…) Zaten bu Muahedename sulhumuz için bir mukaddeme demektir. Sulh onu istihsal eden vahdet ve kudreti milliyemizin hüsnü muhafazası ve inkişafiyledir ki, teessüs ve teeyyüdeder.” ifadelerine yer verilmiştir.

Her ne kadar sonuçta Lozan Barış Andlaşması Meclis Hükümeti tarafından onaylanıp yürürlüğe girmişse de müzakereler esnasında çok ciddi eleştiriler de getirilmiştir. Bu kapsamda, Saruhan Mebusu Vâsıf Bey’in aşağıda yer verdiğimiz hakkı kaza / yargı hakkının sınırlanmasına yönelik eleştirileri örnek kabilinden dikkate değerdir. Çok kıymetli bulduğum bu konuşmanın ilgili linklerini ve bir kısım metnini aşağıda paylaşıyorum. Ancak okuyamayacak olanlara bir iki cümleyi hemen aktarmakla yazıma son veriyorum:

Her hangi bir şekilde olursa olsun muhtelit mahkemelerin teşkili ve bilhassa bu mahkemelerin vazife ve salâhiyetlerinin ne olacağı ve ne gibi işler görebileceğinin tasrih edilmesi istiklâli adlîmiz için bir darbedir efendiler.

Avrupa’nın hukuk müşavirleri birçok defalar bizim hukuk müşavirlerimizin kıymeti ilmiyesini takdir etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Hattâ Italyan Başmurahhası Montagna’ya kendi kanunlarını anlatacak hukuk müşavirlerimiz bulunmuştur. (Alkışlar) Fakat eğer bu hukuk müşavirlerimiz bize kâfi değilse ve hakikaten Avrupa’da daha mütehassıs hukuk müşavirlerinin fikrinden, irfanından istifade etmek icabediyorsa biz kendimiz icabına bakarız. Fakat bu istifadeyi hiçbir zaman 92 nci maddenin tazammun ettiği şümullü ve feci mânada kabul edemeyiz.”

Arkadaşlar! Adliye Vekilini Türk kanunlarını tatbik edip etmediği hususunda kontrol edecek yegâne bir müessese vardır. O da Büyük Millet Meclisidir. Adliye Vekilimizi Büyük Millet Meclisinden başka hiçbir kuvvet, bilhassa ferdî hâkimiyeti yıkdıktan sonra hiçbir kuvvet murakabe edemez. Maatteessüf ki bu madde bütün fecaatiyle bu esası ihtiva etmektedir.

Arkadaşlar! öyle zannediyorum ki, son mücadelenin esasatını tetkik buyurduğunuz zaman göreceksiniz ki, bizim üç seneden beri döktüğümüz kanlar yalnız bizden ayrılan toprakların alınması için değil, aynı zamanda istiklâlimizi bütün mânasiyle, bütün ihatasiyle tekrar elde etmek için idi. İstiklâlin en bariz istinatgahı bilirsiniz ki, hakkı kazadır. Hakkı kazasını hiçbir devlet başkasına veremez ve hiçbir ecnebi devletinin bizim toprağımız üzerinde hakkı olamaz. Nasıl olur da ecnebi hâkimler tarafından verilmiş olan hükümleri kendilerinin cebri ile, tazyiki ile kabul edebiliriz?

****

Lozan Barış Andlaşmasının onaylanmasına dair Millet Meclisi görüşmeleri… https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c001/tbmm02001007.pdf

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c001/tbmm02001008.pdf

11— İDAREİ ADLİYEYE DAİR BEYANNAME

24 Temmuz 1923 tarihinde imza edilmiştir

Türkiye Heyeti Murahhasası, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ecanibe Türkiye
mahakimi huzurunda hüsnü tevzii adaletin bilcümle teminatını ita eylemeye ve hâkimiyetini tamamiyle istimal eylemek suretiyle ve hiçbir müdahalei ecnebiye olmaksızın buna nezaret etmeye kadir bulunduğunu evvelce de beyan eylemek fırsatına nail olmuş idi. Mamafih Hükümeti mezkûre terakkiyatı ahlâkiye ve medeniyenin muhik göstereceği ıslâhatı icra için tetkikat ve tetebbuat ifa ettirmeye amadedir.
Haiz oldukları salâhiyetnameler mucibince hareket eden zirde vazıini imza, işbu mülâhazalara
mebni, berveçhiâti -beyanatta bulunmaya lüzum görürler :
1
Türkiye Hükümeti 1914 – 1918 harbine iştirak etmemiş olan memalik tebaası hukukşinasanı meyanında olmak üzere Lâhey Beynelmilel Adalet Mahkemei daimesi tarafından tanzim kılınacak listeden intihab edeceği Avrupalı hukuk müşavirlerini, beş seneden dûn olmamak üzere lüzum göreceği bir müddet için, Türkiye memuru sıfatiyle bilâtehir hizmetine almak niyetindedir.
2
İşbu hukuk müşavirleri Adliye Vekiline merbut bulunacaklar ve birtakımlarının mahalli memuriyeti İstanbul şehri ve diğerlerinin mahalli memuriyeti İzmir şehri olacaktır. Mumayileyhim Kavanin komisyonlarının mesaisine iştirak edecekler ve sınıfı hükkâm vazaifine müdahale etmeksizin Türk hukuk, ticaret ve ceza mahkemelerinin tarzı ifayi vazaifini takibe ve Adliye Vekiline lüzum görecekleri bütün raporları itaya memur edileceklerdir; mumaileyhim gerek hukuk, ticaret veya’cezaya mütaallik muamelâtı adliyeden, gerek mücazatın icrasından ve gerek kavaninin takibatından tevellüd edebilecek bilcümle şikâyatı, -Türkiye kavaninine tamamii riayeti temin için- Adliye Vekilini haberdar eylemek üzere kabul salâhiyetini haiz olacaklardır.
Hukuk müşavirleri mesakine duhulün ve taharriyat veya tevkifatın mahal verebileceği şikâyatı dahi kabule salâhiyettar olacaklardır. Diğer taraftan İstanbul ve İzmir devairi kazaiyesinde zikrolunan muamelât, icra olunduktan sonra, Adliye Vekilinin mahallî mümessili tarafından bilâtehir hukuk müşavirine bildirilecektir. Mumaileyh hâkim bu gibi hususatta hukuk müşaviriyle doğrudan doğruya muhabere salâhiyetini haiz olacaktır.
3
Cünha mevadında kefaletle tahliyei sebil yüzünden asayişi umumî haleldar olmadıkça veyahut
muvakkaten tahliye keyfiyeti tahkikatı kanuniyenin selâmeti cereyanını ihlâl etmedikçe kefalete
rapt ile tahliyei sebil daima mecburiyülifa olacaktır.

Mevaddı hukukiye ve ticariyede bilcümle tahkimnamelerle tahkimname mahiyetindeki ahkâm
mecaz olup bu suretle verilecek hakem kararlan, bidayet mahkemesi reisinin tasdiki üzerine icra
edilecektir. Mumaileyh bidayet reisi, intizamı âmme mugayir olmadıkça hakem kararını tasdikten
imtina edemiyecektir.

İşbu Beyanname beş senelik bir müddet için meridir.

Lozan’da 24 Temmuz 1923 tarihinde tanzim edilmiştir.

M. İsmet
Dr. Rıza Nur
Hasan

Hariciye Encümeni mazbatasının İdarei Adliyeye Dair Beyanname Hakkında görüşlerini ifade eden kısım:
İş bu Muahedename merbutatının arzı kaydını ikmal edebilmek için beş aded beyannameyi de zikretmek lâzımdır. Bunlardan biri tahliye protokolüne, biri imtiyazat protokolüne, biri de affı umumi protokolüne merbut beyannamelerdir. Müstakil olanları mesaili sıhhiyeye ve idarei adliyeye mütaallîk beyannamelerdir.

Son iki beyanname mucibince Türkiye Devleti umuru sıhhiye ve adliyesinde kendi memuru olarak hizmet görmek ve aidolduğu vekâletlere merbut bulunmak suretiyle ve umuru adliye için alınacak müşavirler Adliye Vekâletine merbut Kavanin komisyonlarında dahi çalışmak üzere ecnebi müşavirlerinden istifade edeceğini beyan ediyor. Asrî bir devlet kurmak için ruhu istiklâli asla rencide olmamak şartiyle ve münasip vasıta ve usullerden istifade etmeyi esasen kabul etmiş olan Büyük Millet Meclisi Hükümeti için mezkûr senedat lüzumu olmıyan müeyyidattan ibaret ise de müddeti memduda ile mukayyet bulunduğu için Muahedei Sulhiyenin taksimini tavik eder mahiyette görülmemiştir.

Hariciye Encümen Mazbatası’ndan:

Şurası memnuniyetle şayanı kayıttır ki,
Sulh Muahedemizdeki ekalliyetlere mütedair maddelerin diğer muahedelerdeki mümasili mebahis muhteviyatından farkı Türkiye halkından olan müslümanlar arasında vahdet ve tesanüdü millimizi ihlâle mâtüf olabilecek mevaddın mevzuubahs ettirilmemiş olmasıdır.

Hariciye Encümen Mazbatası’ndan:

Sade istiklâl aşkının ocağı, değil milletlerin tam ve kâmil hakimiyeti esasının en samimî ve en bariz bir tecelligâhı olan inkılâpçı Türkiye’nin sakinlerine, bu serhaddi hürriyetin mücahitlerine emperyalist âlemin her taraftan tevcih ettiği cihanşümul gayz ve savleti karşısında akdi husulpezirolan bu Sulhname milletimizin ahdü peymanı ile tahakkuku ve muhafazasını müeyyit Türkiye istiklâlini esas itibariyle haleldar etmedikten başka metni muahedenin marrülarz mücmel tahlili esnasında gösterildiği veçhile tayyı ve kal’ı başlıca umdei esasiyemiz olan kapitülâsyonların ilgası ve elyevm meşgul bulunan eczaca vatanın tahliyesi ve düyunu, müdevvere resülmalinin taksimi sarahatle mezkûrdur ve muamelât ve müzakeratta mütekabiliyet düsturuna riayet edildiği muahedename ve mukavelename metinlerinde masturdur. Bu sulh, istiklâl ve inkişaf yolunda muhalleri mümkün kılan Türk milletine hakkının bütün cihan tarafından ittifakla kabul ve teslim edilmiş olmasiyle insaniyet için, medeniyet için, hakkın zulme, istiklâl aşkının istilâcılık hırsına, inkılâbın irticaa galebesinin ve daima galebe edeceğinin bir ifadei bedihiyesidir. Filvaki bu sulhu
akdetmekle de milletimizden birtakım fedakârlık daha talebolunduğu ve bu Muahedenamenin gayrikâmil bâzı cihetleri mevcut bulunduğu iddia olunabilse de bir muahedenin ve bahusus Garp Devletleriyle yapılan bu ilk muahedenin kemali, hiyni akit ve tanziminde kendisine verilen şekilden ziyade bilhassa ahkâmının tatbikinde ibrâz olunacak dikkat ve basiret ve gayelerimizin muhafazası hususunda gösterilecek sebat, itinaya ve kiyasetle ikmal ve istihsal olunacağı mülâhazasiyle ve heyeti umumiyesi itibariyle âmâli millîyemizi tatmin edecek bir mahiyette görülmektedir.
Zaten bu Muahedename sulhumuz için bir mukaddeme demektir. Sulh onu istihsal eden vahdet ve kudreti milliyemizin hüsnü muhafazası ve inkişafiyledir ki, teessüs ve teeyyüdeder.

VÂSIF B. (Saruhan) —https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c001/tbmm02001008.pdf

Fakat efendiler! Bugün bu Muahedeye bir hissi insaniyetkâraneyle vaz’ı imza eden Düveli Âkide bir zamanlar bizi en şenî düşman addederek bu hakları elimizden almak istemişlerdi. Eğer bu hakları tekrar ellerinden alıyorsak bu netice Muahedei Sulhiyenin siyasî mânasında münderiç değildir. Türk milletinin şa’şaalar, yıldırımlar saçan süngüsünün ucundadır. (Alkışlar) O halde efendiler! Tekrar
kavuştuğumuz bu yerlerin bize gelmesinden hissettiğimiz sürür ve saadeti izhar ettikten sonra geri kalan kısımlarını daha sükûn ve daha itidal ile ve bilhassa dokuz aylık mesainin neticei tabiîyesini göz önüne getirerek tetkik etmek mecburiyetindeyiz. Muhterem arkadaşlar! Türk câmiai siyasiyesinin Avrupa manzumei düveliyesi karşısında çok mütedenni ve müstesna bir vaziyeti vardır. Devletimiz Avrupa hukuku düvel âlimlerinin nazarında nim medenî sayılan devletler arasında bulunduruluyordu. İşte Türk, bu siyasetin ve zihniyetin fecî kurbanıydı ve ne zaman Avrupa siyasilerinin karşısına çıktıysak insanî bir muamele değil belki hayvana da yakışmıyacak muamelelere mâruz kalıyorduk. Ordumuzun, kahraman ordumuzun ve büyük milletimizin bu son i’cazkâr zaferi karşısında bu zihniyet tamamen yıkılsın ve bundan sonra nimmedenî bir Devletin karşısında bulunmadıklarını, onlardan daha medenî bir Devletin karşısında bulunduklarını, onlardan daha mütehassis bir medenî millet olduğumuzu idrak etsinler. Bunu idrak ettirmek Heyeti Murahhasamızın vazifesiydi. Maatteessüf itiraf etmek mecburiyetindeyiz ki, bu arzumuz âzami bir şekilde tatmin edilmemiştir. Arkadaşlarımızı sıkmamak ve yormamak için Muahedenin maddelerini zikretmiyeceğim. Hepiniz o maddeleri tetkik ettiniz ve gördünüz. Onun için müsaade buyurursanız yalnız bir şey hatırlatacağım. Heyeti Murahhasamız Muahedenin 92 ve 93 ncü maddesinde muhtelit mahkemeleri kabul etmektedir. Bu muhtelit mahkemelerin vazife ve salâhiyetini ve tarzı faaliyetini tasrih eden 95nci maddenin ikinci fıkrasında da (Evrak ibrazını ehlihibreye havaleyi emretmek, mahallerinde keşif ve muayene icra ve her gûna malûmatı talebeylemek, şahitleri istima’ etmek ve tarafeynden veyahut mümessillerinden her türlü izahatı şifahiye ve tahririyeyi talebetmek hususlarında kâffei salâhiyeti haiz olacaktır.) denilmektedir.
Arkadaşlar! Hududu Millî dâhilinde bütün adlî hükümler yalnız Türk mahkemeleri tarafından verilebilir. Türk memurini icraiyesi, şahitleri celbedecek kuvvetler yalnız Türk hâkimlerinin emrine tâbidir. Her hangi bir şekilde olursa olsun muhtelit mahkemelerin teşkili ve bilhassa bu mahkemelerin vazife ve salâhiyetlerinin ne olacağı ve ne gibi işler görebileceğinin tasrih edilmesi istiklâli adlîmiz için bir darbedir efendiler. Türk münevverleri ve Türkün bütün müdebbirleri mükerreren ilân etmişlerdir ki biz Avrupa medeniyetinin ilim ve sanat kısmına âşıkız, Garp medeniyetinin tekâmülünü temin eden vesaite âşıkız ve bundan istifade etmek isteriz. Bu istifademiz ancak vicdanımızdan doğan bir arzunun mahsulü olabilir. Hiçbir cebrin, hiçbir hâkimiyetin, hiçbir kuvvetin önünde serfürû ederek bu gibi esareti hazmedemeyiz. Pek muhtemeldir ki arkadaşlar; teşkilâtı adliyemizi, ıslahatı adliyemizi yaparken Avrupalı hukuk müşavirlerinden alabilirdik. Fakat buna ne kadar muhtac olduğumuzu düşünüyorum. Avrupa’nın hukuk müşavirleri birçok defalar bizim hukuk müşavirlerimizin kıymeti ilmiyesini takdir etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Hattâ Italyan Başmurahhası Montagna’ya kendi kanunlarını anlatacak hukuk müşavirlerimiz bulunmuştur. (Alkışlar) Fakat eğer bu hukuk müşavirlerimiz bize kâfi değilse ve hakikaten Avrupa’da daha mütehassıs hukuk müşavirlerinin fikrinden, irfanından istifade etmek icabediyorsa biz kendimiz icabına bakarız. Fakat bu istifadeyi hiçbir zaman 92 nci maddenin tazammun ettiği şümullü ve feci mânada kabul edemeyiz. Müsaade buyurursanız bu maddeyi okuyacağım,
«Türk hukuk, ticaret, ceza mahkemelerinin tarzı ifayı vazaifini takibe ve Adliye Vekiline lüzum görecekleri bütün raporları itaya mecbur edeceklerdir. Mumaileyhim gerek hukuk, ticaret veya cezaya mütaallik muamelâtı adliyeden, gerek mücazatm tenfizinden ve gerek kavaninin tatbikinden tevellüdedebilecek bilcümle şikâyatı Adliye Vekilini – Türk kavaninine tamamii riayeti temin için – haberdar edilmek üzere kabul salâhiyetini haiz olacaklardır.»’
Arkadaşlar! Adliye Vekilini Türk kanunlarını tatbik edip etmediği hususunda kontrol edecek yegâne bir müessese vardır. O da Büyük Millet Meclisidir. Adliye Vekilimizi Büyük Millet Meclisinden başka hiçbir kuvvet, bilhassa ferdî hâkimiyeti yıkdıktan sonra hiçbir kuvvet murakabe edemez. Maatteessüf ki bu madde bütün fecaatiyle bu esası ihtiva etmektedir.
Efendiler! Yüz otuz sekizinci maddeyi okuyorum : «Mevaddı adliyede 30 Teşrinievvel 1918 tarihinden itibaren işbu Muahedenin mevkii meriyete vaz’ına kadar Türkiye’de, İstanbul’u işgal eden Devletlerin hâkimleri, mahkemeleri veya memurini tarafından ve kezalik 8 Kânunuevvel 1921 tarihinde teşkil olunan Muhtelit Encümeni Adlî canibinden sâdır olan mukarrerat ve evamir tedabiri icraiye de dâhil olmak üzere muteber olacaktır.»
Arkadaşlar! öyle zannediyorum ki, son mücadelenin esasatını tetkik buyurduğunuz zaman göreceksiniz ki, bizim üç seneden beri döktüğümüz kanlar yalnız bizden ayrılan toprakların alınması için değil, aynı zamanda istiklâlimizi bütün mânasiyle, bütün ihatasiyle tekrar elde etmek için idi. İstiklâlin en bariz istinatgahı bilirsiniz ki, hakkı kazadır. Hakkı kazasını hiçbir devlet başkasına veremez ve hiçbir ecnebi devletinin bizim toprağımız üzerinde hakkı olamaz. Nasıl olur da ecnebi hâkimler tarafından verilmiş olan hükümleri kendilerinin cebri ile, tazyiki ile kabul edebiliriz?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir