ANAYASAL HAKLAR VE KAMU BARIŞI BAĞLAMINDA DİNİ DEĞERLERİ KORUMA ARAYIŞI: TCK 216/3 ÜZERİNE ELEŞTİREL BİR ANALİZ

ANAYASAL HAKLAR VE KAMU BARIŞI BAĞLAMINDA DİNİ DEĞERLERİ KORUMA ARAYIŞI: TCK 216/3 ÜZERİNE ELEŞTİREL BİR ANALİZ

İçindekilerÖzetI. GİRİŞ1.1. Birlikte Yaşama Kültürüne Yönelik Tehditler ve Ceza Hukukunun Rolü1.2. TCK m. 216’nın Felsefi ve Yapısal Yetersizliği1.3. Özgün Yaklaşım: Türkiye’ye Özgü Anayasal Dayanaklar Olarak İstiklâl Marşı ve Güncel Laiklik Yorumu1.4. Tezin Sunumu ve YöntemII. KUTSALIN DOĞASI VE KORUNMA İHTİYACININ MANEVİ-FELSEFİ TEMELLERİ2.1. İslam Fıkhında Kutsalın Yeri: Eleştiri, Hakaret ve Birlikte Yaşam Dengesi2.2. Çoğulcu Toplumda Asimetrik Duyarlılık: İnanç ve İnançsızlık Ekseninde Adalet Arayışı2.3. TCK m. 216’nın Felsefi Duruşu: Dini Değerleri Dünyevileştiren ve Aşağılayan Bir YaklaşımIII. HUKUKİ KORUMANIN YETERSİZLİĞİ: KÜRESEL VE YEREL TEZAHÜRLER3.1. Küresel Emsal: Danimarka Karikatür Krizi ve İskandinavya’daki Kur’an Yakma Eylemleri3.2. Türkiye’nin Kriz Merkezi: Leman Dergisi Karikatür Vakası ve Sonrasında Gelen DavalarIV. TÜRK CEZA HUKUKUNDA DİNÎ DEĞERLERİN KORUNMASININ TARİHSEL SERÜVENİ4.1. Osmanlı Ceza Hukuku: Dinî Değerlerin Doğrudan ve Birincil Korunması4.2. Dinî Değerler Uğruna Savaş ve Ölüm: İstiklal Harbi4.3. 765 Sayılı TCK Dönemi: Din Hürriyetinin ve Dini Hislerin Doğrudan Korunması4.4. 765 Sayılı TCK m. 175’in Evrimi: Kapsayıcılığa Doğru Bir GenişlemeV. 5237 SAYILI TCK İLE GELEN PARADİGMA KAYMASI: KAMU BARIŞININ KIRILGAN KALKANI5.1. Korunan Hukuki Değerin Değişimi ve Hukukun Çekilmesi5.2. Suçun Ön Koşulu Olarak “Kamu Barışını Bozmaya Elverişlilik”: Muğlaklık ve Cezasızlık Mekanizması5.3. Bireysel Mağduriyetin Yok Sayılması ve Davaya Katılma Hakkının Engellenmesi5.4. Sosyo-Kültürel Yapının Dikkate Alınmaması: “Toplumsal İnfiale Davetiye Kanunu”VI. NORMATİF ASİMETRİ: CEZAİ YAPTIRIMLARDAKİ ORANTISIZLIK VE ANAYASAL EŞİTLİK İLKESİNİN İHLALİ6.1. Değerler Hiyerarşisinde Temel Çelişki: Ölen Sıradan Kişilerin Hatırasının Dahi Allah’tan ve Peygamberinden Daha Fazla KorunmasıVII. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İÇTİHATLARININ EVRİMİ: TÜRKİYE İÇİN GÖZ ARDI EDİLEN BİR DENGE MODELİ7.1. İfade ve Din Özgürlüğü Dengesi: AİHS Madde 10 ve 9 Arasındaki Hassas Terazi7.2. İçtihatların Gelişimi: Otto-Preminger ‘den E.S. v. Avusturya ‘ya Dini Barışın Korunmasının Meşruiyeti7.3. Devletin Takdir Marjı Doktrini ve Türkiye’nin Özel Durumuna Uygulanabilirliği7.4. Mevcut Düzenlemenin AİHM’in “Adil Denge” Testini Karşılamadaki BaşarısızlığıVIII. ANAYASAL BİR ZORUNLULUK OLARAK DİNİ DEĞERLERİN KORUNMASI: İSTİKLÂL MARŞI’NIN BAĞLAYICI RUHU VE LAİKLİĞİN YENİ YORUMU8.1. Değiştirilemez Kurucu Anayasal Norm Olarak İstiklâl Marşı: “Hakk’a Tapan Millet”in ve Devletin Pozitif Yükümlülüğü8.2. Anayasal Çelişki: Egemenlik Alameti Olan Marşın Kendisini Korumak (TCK m. 300) Ama İçerdiği Değerleri Korumamak8.3. AYM’nin Evrilen Laiklik Yorumu: Pozitif Yükümlülük DoktriniIX. HAKKANİYETLİ EŞİTLİK VE CAYDIRICILIK ZORUNLULUĞUX. SONUÇ VE REFORM ÖNERİSİ: ADALETİ VE TOPLUMSAL BARIŞI YENİDEN TESİS ETMEK10.1. Argümanın Özeti: TCK m. 216/3’ün Hukuki Belirsizlik ve Toplumsal Gerilim Kaynağı Olarak Rolü10.2. Çözüm Yolları: İki Alternatifli Reform Modeli 10.3. Birincil Reform Önerisi: Suçun TCK m. 125 (Hakaret) Kapsamında Yeniden Tanımlanması 10.4. Alternatif Reform Önerisi: TCK m. 216’nın Islah Edilmesi 10.5. Önerilen Reformların AİHM Standartları, Anayasal Değerler ve “Birlikte Yaşama Kültürü” ile Uyumu DipnotlarKaynakça ÖzetBu çalışmanın temel amacı, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216. maddesinin dini değerleri aşağılama fiiline karşı sağladığı ceza hukuku korumasının yetersizliğini ortaya koymak ve bu soruna anayasal temelleri sağlam, uygulanabilir bir yasal reform önermektir. Bu çerçevede çalışma, şu temel araştırma sorusuna yanıt aramaktadır: TCK m. 216/3’ün korunan hukuki değeri “kamu barışı”na endeksleyen yapısı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları ve Anayasa’nın ruhuyla uyumlu, adil ve caydırıcı bir koruma sağlamakta mıdır? Kritik-analitik bir yöntem benimseyen çalışma, normatif, tarihsel ve karşılaştırmalı hukuk analizlerini (özellikle AİHM’in E.S. v. Avusturya gibi emsal kararları) içeren çok disiplinli bir yaklaşımla, Leman dergisi karikatür krizi gibi güncel vakaları incelemektedir. Mevcut düzenlemenin, hukuki değeri “dini değerler”den “kamu barışı”na kaydırarak cezasızlığa yol açtığı ve toplumun adalet duygusunu zedelediği ileri sürülmektedir. Çalışmanın özgünlüğü, bu yetersizliğe karşı çözüm arayışını, anayasal bir metin olarak İstiklâl Marşı’nın kurucu ruhu ve Anayasa Mahkemesi’nin laikliği pozitif bir yükümlülük olarak yorumlayan güncel içtihadı gibi Türkiye’ye özgü anayasal dayanaklara oturtmasında yatmaktadır. Sonuç olarak, ifade özgürlüğünü orantısızca kısıtlamadan, dini değerlerin doğrudan ve etkili biçimde korunmasını sağlayacak yeni bir yasal düzenlemenin, anayasal bir gereklilik olduğu savunulmaktadır.I. GİRİŞ1.1. Birlikte Yaşama Kültürüne Yönelik Tehditler ve Ceza Hukukunun RolüModern çoğulcu toplumların en temel yapı taşlarından biri, farklı inanç ve dünya görüşlerine sahip birey ve grupların bir arada barış içinde yaşayabilme kapasitesidir. Bu “birlikte yaşama kültürü”, farklılıkların karşılıklı saygı temelinde var olabildiği bir toplumsal ve hukuki zemin gerektirir. Ancak son yıllarda, özellikle dijital medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, toplumun önemli bir kesimi için kimliğin ve manevi dünyanın ayrılmaz bir parçasını oluşturan dini değerlere yönelik aşağılayıcı ifadelerin artışı, bu idealin önündeki en ciddi sınamalardan birini teşkil etmektedir. Bu noktada, ceza hukukuna, ifade özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğünün bir yansıması olan dini değerlerin korunması hakkı arasında adil bir denge kurma rolü yüklenmektedir.1.2. TCK m. 216’nın Felsefi ve Yapısal YetersizliğiBu çalışmanın temel tezi, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK)¹ 216. maddesinin 3. fıkrasının, mülga 765 sayılı TCK’nın benimsediği koruma felsefesinden radikal bir kopuşu temsil ettiği ve bu kopuşun hukuki bir evrim değil, belirgin bir “tarihsel gerileme” olduğudur. Bu gerileme, koruma paradigmasının “doğrudan koruma”dan “koşullu himaye”ye dönüşmesinde somutlaşmaktadır. Yeni düzenleme, hukuki değer olarak “dini değerleri” doğrudan korumak yerine, odağını “ifade özgürlüğü” ve “kamu barışı” gibi kavramlara kaydırmış; kutsalın korunmasını, toplumsal bir kargaşaya yol açma potansiyeline endekslemiştir. Bu paradigma kayması, hukuki belirsizlik ve toplumsal gerilim üreten bir yapı ortaya çıkarmıştır.1.3. Özgün Yaklaşım: Türkiye’ye Özgü Anayasal Dayanaklar Olarak İstiklâl Marşı ve Güncel Laiklik YorumuBu makale, klasik bir norm analizinin ötesine geçerek, konuyu çok disiplinli bir yaklaşımla ele almayı hedeflemektedir. Çalışmanın özgünlüğü, mevcut hukuki yetersizliğe karşı çözüm arayışını, ithal hukuk teorilerini tekrar etmek yerine, Türkiye’nin kendine özgü anayasal dayanakları üzerine inşa etmesinde yatmaktadır. Bu bağlamda, iki temel anayasal zemin öne çıkarılacaktır: Birincisi, Anayasa’nın değiştirilemez bir hükmü olan İstiklâl Marşı’nın, “Hakk’a tapan millet” gibi ifadelerle milletin manevi kimliğini tanımlayan ve bu kimliğin temel değerlerinin korunmasını devlete ve millete bir görev olarak yükleyen kurucu ruhudur.² İkincisi ise, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), katı ve dışlayıcı laiklik yorumunu terk ederek, laikliği devletin din ve vicdan özgürlüğünü koruma yönünde “pozitif bir yükümlülük” altına sokan güncel içtihadıdır. Bu iki anayasal dayanak, dini değerleri doğrudan ve etkin bir şekilde koruyacak yeni bir düzenlemenin sadece bir tercih değil, anayasal bir gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır.1.4. Tezin Sunumu ve YöntemBu çalışmada, TCK’nın 216. maddesinin 3. fıkrasının dini değerleri korumadaki sistemik yetersizliği kritik-analitik bir yöntemle ele alınmaktadır. Çalışma, 2005 yılında yapılan ve korunan hukuki değeri “din ve vicdan özgürlüğü”nden “kamu barışı”na kaydıran yasal reformun, önemli bir tarihsel gerileme teşkil ettiğini ileri sürmektedir. Bu gerileme, Leman dergisi karikatür krizi gibi yerel vakalar ve Danimarka karikatür krizi gibi küresel emsallerle kanıtlanan pratik başarısızlığı; devletlere dini barışı koruma konusunda bir “takdir marjı” tanıyan AİHM’nin evrilen içtihadıyla olan tutarsızlığı; ve Türk hukukunun kendi içinde yarattığı derin normatif asimetri olmak üzere üç mercek altında analiz edilmektedir. Makalenin en özgün katkısı, temel bir anayasal çelişkinin tespitidir: İstiklâl Marşı’nın değiştirilemez bir devlet simgesi olarak korunması (TCK m. 300) ile metnin içinde yer alan temel dini değerlerin (“Hakk’a tapan millet”) doğrudan hukuki korumadan mahrum bırakılması arasındaki paradoks. Bu paradoksun, Anayasa’nın ruhu ve AYM’nin laikliği din özgürlüğünün bir güvencesi olarak yorumlayan modern içtihadı ile bağdaşmadığı savunulmaktadır. Çalışma, tespit edilen çelişkileri çözmek amacıyla, suçu TCK m. 216’dan TCK m. 125’e (Hakaret) taşıyarak dini değerlerin korunmasını bireysel onur temelinde yeniden yapılandıran somut bir yasal reform önerisiyle sonuçlanmaktadır. II. KUTSALIN DOĞASI VE KORUNMA İHTİYACININ MANEVİ-FELSEFİ TEMELLERİLaik bir ceza hukuku reformunu savunurken, korunması talep edilen “dini değerlerin” inananlar için ne denli hayati ve ontolojik bir öneme sahip olduğunu anlamak, hukuki analizin temelini oluşturur. Bu bölüm, kutsala yönelik saldırının neden sıradan bir hakaretten farklı olduğunu ve modern çoğulcu bir toplumda hukukun bu alana neden özel bir dikkat göstermesi gerektiğini manevi ve felsefi açılardan temellendirmeyi amaçlamaktadır.2.1. İslam Fıkhında Kutsalın Yeri: Eleştiri, Hakaret ve Birlikte Yaşam Dengesiİslam düşüncesi, inanan bireyin kimlik hiyerarşisinin merkezine Allah’ı, Resulü’nü ve kutsal değerleri yerleştirir. Tevbe Suresi’nin 24. ayeti, bu hiyerarşiyi net bir şekilde ortaya koyar: Bir mümin için Allah, Peygamberi ve O’nun yolunda mücadele etmek; anne-babadan, çocuklardan, maldan ve dünyevi her türlü bağdan daha “sevimli” ve önceliklidir.³ Bu ilke, söz konusu değerlere yönelik bir saldırının, neden kişinin sadece duygularını inciten bir eylem değil, aynı zamanda onun varoluşsal kimliğine, manevi bütünlüğüne ve evrenle kurduğu anlam ilişkisine yönelik bir saldırı olduğunu açıklar.Bu mutlak bağlılığa rağmen, İslam hukuku (fıkıh), kutsala yönelik eleştiri ve saldırılar konusunda incelikli ayrımlar yapar. Kur’an, tahrif (kutsal metinlerin bozulması) gibi iddialarla diğer inanç sistemlerine yönelik teolojik eleştiriler getirir ve insanları kendi yoluna davet eder. Bu, modern hukuk dilindeki “eleştiri hakkı” ve “din özgürlüğü” ile paralellikler taşır. Ancak Kur’an, teolojik eleştiri hakkını saklı tutarken, toplumsal barışı ve birlikte yaşama ahlakını korumak adına diğer inançların kutsallarına yönelik kaba ve aşağılayıcı hakareti (sebb) kesin bir dille yasaklar: **”Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeden, sınırı aşarak Allah’a söverler.” (Kur’an, En’âm 6:108).**⁴ Bu ayet, İslam’ın, kendisinden olmayanların dahi kutsalına saygı gösterilmesini emrederek, kamusal alanda karşılıklı onuru korumayı ve toplumsal barışı güvence altına almayı hedeflediğini gösterir.2.2. Çoğulcu Toplumda Asimetrik Duyarlılık: İnanç ve İnançsızlık Ekseninde Adalet ArayışıModern demokratik bir toplumda, inançlı bireylerle inançsız veya seküler bireylerin bir arada yaşadığı gerçeği, “kutsala hakaret” konusunda bir “asimetrik duyarlılık” ortaya çıkarır. Bu asimetrinin temelinde, varoluşsal dayanakların ve uhrevi sorumluluk bilincinin farklılığı yatar:• İnançlı Birey: Onun için dini değerler mutlak, müzakere edilemez ve kimliğinin merkezindedir. Bu değerler, aynı zamanda ölüm sonrası bir “hesap verme” duygusuyla korunur. Bu nedenle, kutsalına yönelik bir saldırı, bir fikre yönelik eleştiriden çok daha derin, varoluşsal bir yaralanmadır.• İnançsız Birey: Onun için temel değerler genellikle akıl, bilim ve insanlık onuru gibi rasyonel ve dünyevi kavramlardır. Kutsal bir tabusu veya “hesap korkusu” olmadığı için, dine yönelik eleştirileri veya saldırıları daha pervasız ve “cesurca” olabilir. Kendi değerlerine yönelik eleştirilere karşı tahammül katsayısı da genellikle daha yüksektir çünkü bu eleştiriler varoluşsal bir tehdit olarak algılanmaz.Laik hukuk düzeni, bu asimetrik durumu görmezden gelemez. Hukukun amacı, kamusal alanda psikolojik ve manevi olarak daha savunmasız olan tarafı, diğer tarafın pervasız saldırılarına karşı korumasız bırakmak olamaz. Bu bağlamda, “dini değerleri aşağılama suçu”, bir inanç sistemini dayatmak değil, çoğulcu toplumdaki bu doğal asimetride adil bir denge kurarak zayıf olanın onurunu koruma işlevi görür.2.3. TCK m. 216’nın Felsefi Duruşu: Dini Değerleri Dünyevileştiren ve Aşağılayan Bir Yaklaşımİşte tam bu noktada, mevcut Türk Ceza Kanunu’nun temel felsefi hatası ortaya çıkmaktadır. TCK’nın 216. maddesi, dini değerlere hakareti, o değerlerin kutsal ve manevi doğasından ötürü değil, ancak toplumsal bir kargaşa çıkarma potansiyeli taşıdığında, yani “kamu barışını bozmaya elverişli” olduğunda suç saymaktadır.Bu yaklaşım, hukukun, tam da inançsız ve seküler bir mantıkla dine yaklaştığını gösterir. Kanun, dine, inananların gözündeki mutlak ve aşkın bir değer olarak değil, toplumdaki sosyal gruplardan birinin hassasiyeti ve potansiyel bir “sorun kaynağı” olarak bakmaktadır. Dini değerleri, korunması için “kamu barışını bozma” gibi dünyevi bir fayda sağlaması gereken sosyal bir olguya indirgemektedir.Bu felsefi duruşun kendisi, bizatihi dine ve dini değerlere yönelik dolaylı bir aşağılamadır. Çünkü kanun, kutsalın doğasını tanımayı reddetmekte ve onu kendi seküler mantığı içinde “dünyevileştirerek” değersizleştirmektedir. Kutsalı, korunmaya değer olup olmadığına karar vermek için kendi faydacı testine tabi tutmaktadır. Bu, kanunun sadece uygulamada yetersiz kalmasına değil, aynı zamanda temel aldığı felsefe açısından da inanan vatandaşın manevi dünyasıyla baştan çelişmesine neden olmaktadır. Bu felsefi hata, kanunun pratik başarısızlığının temel sebebidir. 3.2. Türkiye’de Karikatür Krizi ve Sonrası: Güncel Olaylarda Yargısal TutarsızlıkTürkiye’de TCK m. 216/3’ün yetersizliğini ve uygulamadaki sorunlarını en net şekilde ortaya koyan vaka, 26 Haziran 2024’te Leman dergisinde yayımlanan bir karikatürle başlayan krizdir.¹ Karikatürde, bombalanmış bir şehirde Hz. Muhammed ve Hz. Musa olduğu iddia edilen iki figürün birbirini selamlaması tasvir ediliyordu. Karikatürün sosyal medyada yayılmasıyla birlikte, toplumun dindar kesimlerinde büyük bir infial oluştu ve devletin tepkisi hızlı oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, TCK m. 216/3’teki “dini değerleri alenen aşağılama” suçlamasıyla başlattığı soruşturmayı, toplumsal tepkinin ardından, suçun niteliğini daha ağır bir çerçeveye oturtarak TCK m. 216/1’deki “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçuna evirdi.²Ancak bu hukuki manevra, sistemin kendi içindeki açmazı da ortaya koymaktadır. Yargılama sırasında sanıkların, eylemlerinin halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme kastı taşımadığını, eğer bir suç oluşmuşsa bunun ancak daha hafif olan TCK m. 216/3 kapsamında değerlendirilebileceğini ileri sürmeleri beklenebilir. Bu durum dahi, faillerin çok daha düşük bir ceza ile kurtulabilmesi anlamına gelecektir. Sistemin temel açmazı şudur: Eğer karikatüre karşı toplumsal bir infial oluşmasaydı, savcılık olayı “kamu barışını bozmaya elverişli” görmeyerek soruşturma dahi başlatmayabilirdi. Bu durum, TCK m. 216/3’ün belirsiz yapısının, toplumsal baskı ve siyasi atmosferin etkisiyle nasıl farklı suçlamalara zemin hazırlayabildiğini göstermektedir. Ayrıca, baskılara ve hâkim kanaatlerine göre değişen yorum farklılıklarını önlemek için kanun maddesi içinde Allah’a, peygamberlere ve kutsal kitaplara yönelik fiillerin açıkça ifade edilmesi gerektiğinin bir kanıtıdır. Bu gereklilik Leman dergisi krizinin hemen ardından yaşanan iki olayda daha da belirginleşmiştir:1. Boğaç Soydemir ve Enes Akgündüz Soruşturması: “Soğuk Savaş” isimli YouTube programında, “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” sözüyle alay edilmesi üzerine soruşturma başlatılmıştır. Şüpheliler, bu sözün hadis-i şerif olduğunu bilmediklerini savunmuşlardır. Buna rağmen, haklarında TCK m. 216/1 uyarınca “basın ve yayın yoluyla halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçundan dört buçuk yıla kadar hapis istemiyle iddianame düzenlenmiş ve tutuklanmışlardır.³ Gerekçe olarak, video içeriğinin “kin ve düşmanlığa yönlendirici” olduğu ve sosyal medyada gündem oluşturarak “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike meydana getirdiği” iddia edilmiştir.2. Egemen Şimşek Davası: Bir stand-up gösterisinde Allah’a, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya yönelik açık ve doğrudan küfürlü, alaycı ve aşağılayıcı ifadeler kullanan Egemen Şimşek ise, eyleminin çok daha ağır ve doğrudan kutsala yönelik olmasına rağmen, TCK m. 216/3 uyarınca “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama” suçundan tutuklanmıştır.⁴Bu iki vaka arasındaki çarpıcı çelişki, mevcut yasal düzenlemenin temelindeki sakatlığı ortaya koymaktadır: Esasen hadis-i şerif olan ama yayında bu yönde bir ifade geçmeyen alaycı bir ifade, “kamu güvenliği için açık ve yakın tehlike” olarak görülüp en ağır maddeden cezalandırılmak istenirken; Allah’a ve peygamberlere yönelik doğrudan ve kaba küfürler, daha hafif olan TCK m. 216/3 kapsamında değerlendirilmektedir.Bu paradoksun temel sebebi, kanunun korunan kutsal değerleri açıkça tanımlamamasıdır. “Dini değerler” gibi soyut bir ifade, savcı ve hâkimlerin takdirine geniş bir alan bırakmaktadır. Bu durum, yargısal kararların, eylemin objektif ağırlığından ziyade, yarattığı toplumsal tepkinin büyüklüğüne veya siyasi konjonktüre göre şekillenmesine yol açmaktadır. Kanunda “Allah, peygamberler ve kutsal kitaplar” gibi temel değerler açıkça ve özel olarak belirtilmediği için, bu değerlere yönelik en ağır saldırılar dahi, daha muğlak bir fiilden daha hafif bir hukuki karşılık bulabilmektedir. Bu keyfilik, hukuki öngörülebilirliği ortadan kaldırmakta ve adalet sistemine olan güveni temelden sarsmaktadır.IV. TÜRK CEZA HUKUKUNDA DİNÎ DEĞERLERİN KORUNMASININ TARİHSEL SERÜVENİ4.1. Osmanlı Ceza Hukuku: Dinî Değerlerin Doğrudan ve Birincil KorunmasıOsmanlı ceza hukukunda kutsal değerlere yönelik saldırılar, doğrudan Allah hakkına (kamu hakkına) ve dinin temellerine yapılmış bir saldırı olarak kabul edilir ve en ağır şekilde cezalandırılırdı.4.2. Dinî Değerler Uğruna Savaş ve Ölüm: İstiklal Harbiİstiklal Savaşı, milletin “Hakk’a tapan” kimliğini, ezanını ve kutsallarını korumak için yürüttüğü manevi bir savaştır. Bu mücadelenin ortasında, 1 Mart 1921’de TBMM, İstiklâl Marşı’nı milli marş olarak kabul etmiştir.¹¹ Bu, savaşın hangi değerler uğruna verildiğinin ve yeni devletin manevi temelinin ne olacağının ilanıdır.4.3. 765 Sayılı TCK Dönemi: Din Hürriyetinin ve Dini Hislerin Doğrudan Korunması765 sayılı TCK, dini değerlere yönelik saldırıları düzenleyen 175. maddeyi, “Din Hürriyeti Aleyhinde Cürümler” başlıklı fasılda düzenlemişti.¹² Bu, yasa koyucunun birincil amacının bizatihi din ve vicdan özgürlüğünü korumak olduğunu gösterir. Suçun oluşması için eylemin toplumsal bir kargaşaya yol açma potansiyeli taşıması gibi ek bir koşul aranmıyordu.4.4. 765 Sayılı TCK m. 175’in Evrimi: Kapsayıcılığa Doğru Bir GenişlemeMadde, 1986 yılında Anayasa Mahkemesi’nin “semavî dinler” ibaresini laiklik ve eşitlik ilkelerine aykırı bularak iptal etmesiyle evrim geçirmiştir.¹³ Bu süreç, korumanın temel felsefesini değiştirmeden, kapsamını daha evrensel bir noktaya taşıyan bir ilerlemeyi temsil ederken, 5237 sayılı TCK ile bu ilerlemeden radikal bir kopuş yaşanmıştır.V. 5237 SAYILI TCK İLE GELEN PARADİGMA KAYMASI: KAMU BARIŞININ KIRILGAN KALKANI5.1. Korunan Hukuki Değerin Değişimi ve Hukukun ÇekilmesiYeni düzenleme, TCK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrası olarak “Kamu Barışına Karşı Suçlar” başlıklı bölüme yerleştirilmiştir. Bu, korunan hukuki değerin bireyin dini inancından soyut “kamu barışı” kavramına kaydığını gösterir.5.2. Suçun Ön Koşulu Olarak “Kamu Barışını Bozmaya Elverişlilik”: Muğlaklık ve Cezasızlık MekanizmasıSuçun oluşabilmesi için failin eyleminin “kamu barışını bozmaya elverişli olması” şartı, doğasında barındırdığı muğlaklık ve yüksek ispat eşiği nedeniyle cezasızlığa zemin hazırlamaktadır. Yargıtay ve AYM, bu unsuru değerlendirirken “açık ve yakın tehlike” kriterini uygulamaktadır.¹⁴5.3. Bireysel Mağduriyetin Yok Sayılması ve Davaya Katılma Hakkının EngellenmesiKorunan hukuki değerin “kamu barışı” olarak tanımlanması, suçun mağdurunun artık o dine inanan bireyler değil, “kamu” olduğu anlamına gelmektedir. Bu durum, Yargıtay içtihatlarıyla sabit olduğu üzere, inananların davalara katılma hakkını engellemekte¹⁵ ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetini (m. 36) ihlal etmektedir.5.4. Sosyo-Kültürel Yapının Dikkate Alınmaması: “Toplumsal İnfiale Davetiye Kanunu”Yasanın mevcut yapısı, hukuki korumayı toplumsal tepkinin potansiyeline bağlayarak paradoksal bir sonuç doğurmaktadır. Şiddet tehdidiyle tepki gösteren bir topluluk ceza mekanizmasını harekete geçirebilirken, sükunetle hukuki yollara başvuran bir topluluk korumasız kalmaktadır. Bu durum, “veto hakkını kalabalığa vermek” (heckler’s veto) olarak bilinen tehlikeli bir duruma yol açar.VI. NORMATİF ASİMETRİ: CEZAİ YAPTIRIMLARDAKİ ORANTISIZLIK VE ANAYASAL EŞİTLİK İLKESİNİN İHLALİ6.1. Değerler Hiyerarşisinde Temel Çelişki: Ölen Sıradan Kişilerin Hatırasının Dahi Allah’tan ve Peygamberinden Daha Fazla KorunmasıTCK sistematiği, devletin ideolojik ve siyasal değerlerini, toplumun en temel manevi değerlerinden çok daha üstün bir koruma altında tutmaktadır. Atatürk’ün hatırası (5816 sayılı Kanun)¹⁶ ve Cumhurbaşkanının şahsı (TCK m. 299), özel ve ağırlaştırılmış, para cezasına çevrilemeyen yaptırımlarla korunurken; Allah’a, peygamberlere yönelik en ağır hakaretler dahi (TCK m. 216/3), sıradan bir bireye hakaretten (TCK m. 125) daha düşük bir üst sınıra sahip ve para cezasına çevrilebilir bir yaptırıma tabidir. Bu normatif asimetri, Anayasa’nın eşitlik ilkesiyle (m. 10) çelişmektedir.VII. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İÇTİHATLARININ EVRİMİ: TÜRKİYE İÇİN GÖZ ARDI EDİLEN BİR DENGE MODELİ7.1. İfade ve Din Özgürlüğü Dengesi: AİHS Madde 10 ve 9 Arasındaki Hassas TeraziAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Madde 10 ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile Madde 9 ile korunan din özgürlüğü arasında hassas bir denge kurar.¹⁷ AİHM’nin görevi, bu iki hak çatıştığında “adil bir denge” (fair balance) kurmaktır.7.2. İçtihatların Gelişimi: Otto-Preminger ‘den E.S. v. Avusturya ‘ya Dini Barışın Korunmasının MeşruiyetiAİHM, Otto-Preminger-Institut v. Avusturya (1994)¹⁸ ve özellikle E.S. v. Avusturya (2018)¹⁹ kararlarıyla, inananların dini hislerinin “gereksiz yere saldırgan” (gratuitously offensive) ifadelere karşı korunmasının ve “dini barışın tehlikeye atılmasının” engellenmesinin meşru bir amaç olduğunu kabul etmiştir. Bu yaklaşım, TCK m. 216/3’ün temel aldığı dışsal “kamu barışı” koşulundan ziyade, ifadenin içsel niteliğine odaklanır.7.3. Devletin Takdir Marjı Doktrini ve Türkiye’nin Özel Durumuna UygulanabilirliğiAİHM içtihatlarının merkezindeki “takdir marjı” (margin of appreciation) doktrini, Leyla Şahin v. Türkiye davasında olduğu gibi,²⁰ devletlere kendi toplumsal hassasiyetlerine göre düzenleme yapma alanı tanır. Bu doktrin, Türkiye’ye dini değerleri daha güçlü koruma meşruiyeti de tanımaktadır. TCK m. 216/3, Türkiye’nin bu takdir marjını etkin bir şekilde kullanmamasının bir sonucudur.7.4. Mevcut Düzenlemenin AİHM’in “Adil Denge” Testini Karşılamadaki BaşarısızlığıAİHM, kutsal değerlere yönelik aşağılayıcı sözlere karşı ceza aygıtının harekete geçmesini hukuka uygun bulmuştur (örn. İ.A. v. Türkiye kararı).²¹ Ancak TCK m. 216/3, “kamu barışını bozmaya elverişlilik” şartıyla hukuki korumayı neredeyse imkansız hale getirerek, AİHM’in aradığı adil denge testini karşılamada başarısız olmaktadır.VIII. ANAYASAL BİR ZORUNLULUK OLARAK DİNİ DEĞERLERİN KORUNMASI: İSTİKLÂL MARŞI’NIN BAĞLAYICI RUHU VE LAİKLİĞİN YENİ YORUMU8.1. Değiştirilemez Kurucu Anayasal Norm Olarak İstiklâl Marşı: “Hakk’a Tapan Millet”in ve Devletin Pozitif Yükümlülüğü1982 Anayasası’nın değiştirilemez hükmü olan İstiklâl Marşı (m. 3, 4), sadece bir milli marş değil, Anayasa’nın ruhunu ve devletin kurucu felsefesini tanımlayan anayasal düzeyde bir hukuki belgedir. Marşın metni, “Hakk’ıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!” ve “Bu ezanlar—ki şehadetleri dinin temeli—” gibi dizelerle milletin kimliğini açıkça dini referanslarla tanımlar. Bu, devletin bu manevi kimliği ve temelindeki dini değerleri koruma yönünde pozitif bir yükümlülük altına girdiğinin anayasal delilidir.8.2. Anayasal Çelişki: Egemenlik Alameti Olan Marşın Kendisini Korumak (TCK m. 300) Ama İçerdiği Değerleri KorumamakTürk hukuk sistemindeki temel paradoks şudur: TCK m. 300, İstiklâl Marşı’nın lafzını (sözünü) doğrudan bir suç olarak korurken, TCK m. 216/3, aynı metnin ruhunu ve anlamını oluşturan “Hakk’a” (Allah’a) ve “ezana” yönelik bir aşağılamayı, ancak toplumsal bir kargaşa tehdidi ortaya çıkarsa cezalandırmaktadır. Devlet, anayasal kimliğinin zarfını korurken, içeriğini korumayı ihmal etmektedir. Bu, bir “anayasal sadakat” krizidir.8.3. AYM’nin Evrilen Laiklik Yorumu: Pozitif Yükümlülük DoktriniBu anayasal zorunluluğu destekleyen bir diğer gelişme, Anayasa Mahkemesi’nin laiklik yorumundaki evrimdir. Mahkeme, son yıllardaki kararlarında laikliği, din karşıtlığı değil, aksine devletin din ve vicdan özgürlüğünü koruma yönünde “pozitif bir yükümlülük” altına girdiği bir güvence mekanizması olarak yorumlamaktadır.²²IX. HAKKANİYETLİ EŞİTLİK VE CAYDIRICILIK ZORUNLULUĞUHukuki korumanın yetersizliği, verilen cezaların caydırıcılıktan uzak olması ve cezasızlık algısı, dini değerlere yönelik saldırıların artmasına neden olmaktadır. İnanan insanlar için bu değerler, kişiliklerinin ve millî kimliklerinin vazgeçilmez unsurudur. Bu değerlere yönelik saldırının toplumsal infial potansiyeli diğerlerine göre çok daha yüksektir. Bu nedenle, önerilen ceza (1-5 yıl), diğer koruma altındaki figürlerin ceza alt sınırından daha aşağı olmamalıdır. Bu, ifade özgürlüğüne orantısız bir müdahale değil, bilakis kamu barışını güvence altına alan zorunlu bir tedbirdir.X. SONUÇ VE REFORM ÖNERİSİ: ADALETİ VE TOPLUMSAL BARIŞI YENİDEN TESİS ETMEK10.1. Argümanın ÖzetiBu çalışmada yürütülen analiz, TCK m. 216/3’ün, dini değerlerin korunması alanında felsefi olarak hatalı, uygulamada başarısız ve keyfiliğe açık bir hukuki model olduğunu ortaya koymuştur. Mevcut yasa, hukuki bir belirsizlik ve toplumsal bir gerilim kaynağı olarak, birlikte yaşama kültürünü zayıflatmakta ve hukuka olan güveni aşındırmaktadır.10.2. Çözüm Yolları: İki Alternatifli Reform ModeliTespit edilen bu çok katmanlı sorunları çözmek için iki temel reform modeli önerilebilir. Her iki modelin de ortak amacı, korumayı “kamu barışını bozmaya elverişlilik” koşulundan arındırmak, korunan kutsal değerleri açıkça tanımlamak, ilgili kesim mensuplarına ve kurumlara davaya katılma hakkı tanımak ve caydırıcı yaptırımlar getirmektir.10.3. Birincil Reform Önerisi: Suçun TCK m. 125 (Hakaret) Kapsamında Yeniden TanımlanmasıEn radikal ve felsefi olarak en tutarlı çözüm, TCK m. 216/3’ün tamamen ilga edilmesi ve dini değerlere yönelik aşağılama fiilinin, “Şerefe Karşı Suçlar” bölümünde yer alan TCK m. 125 (Hakaret) kapsamında yeniden tanımlanmasıdır. Bu yapısal değişiklik, suçun felsefesini temelden değiştirerek, dini değerlere saldırıyı, o değerlere inanan her bir bireyin onuruna yapılmış doğrudan bir saldırı olarak kabul edecektir. Bu amaçla TCK m. 125’e aşağıdaki gibi yeni bir fıkra eklenmesi önerilmektedir:Taslak Kanun Teklifi 1: MADDE 125 – Hakaret … (mevcut fıkralar)… (6) Allah’a, peygamberlere ve kutsal kitaplara alenen hakaret edilmesi veya bu değerlerin aşağılanması halinde, fiil bu değerleri benimsediğini beyan eden her bireyin manevi şahsiyetine doğrudan saldırı olarak kabul edilir ve fail bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.10.4. Alternatif Reform Önerisi: TCK m. 216’nın Islah Edilmesiİkinci bir yol ise, suçun “Kamu Barışına Karşı Suçlar” bölümündeki yerini korumakla birlikte, TCK m. 216’nın üçüncü fıkrasını, mevcut sakıncalarını giderecek şekilde tamamen yeniden düzenlemektir. Bu model, eylemin bireysel onura yönelik bir saldırı olmasının yanı sıra, toplumsal barışı da tehdit ettiği kabulünü sürdürür, ancak korumayı etkin ve caydırıcı hale getirir.Taslak Kanun Teklifi 2: MADDE 216 – Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama … (mevcut 1. ve 2. fıkralar)… (3) Allah’a, peygamberlere ve kutsal kitaplara alenen hakaret eden veya bu değerleri aşağılayan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu fıkrada tanımlanan suçtan zarar gören her kişi, soruşturma ve kovuşturma aşamasına katılma talebinde bulunabilir.Bu her iki öneri de şu temel sorunları çözer:• Belirlilik: Korunan değerler (“Allah, peygamberler, kutsal kitaplar”) açıkça yazılarak yargısal keyfiliğin önüne geçilir.• Adalete Erişim: Suçtan zarar gören her birey ve kuruma davaya katılma hakkı tanınarak hak arama yolu açılır.• Normatif Eşitlik ve Ceza Adaleti: Önerilen reform, TCK sistematiği içinde dini değerlere (Allah, peygamberler, kutsal kitaplar) sağlanan korumayı; sıradan bireylerin (TCK m. 125, 130), Cumhurbaşkanının (TCK m. 299) ve Atatürk’ün hatırasının (5816 S.K.) onuruna sağlanan koruma seviyesine yaklaştırarak, VI. Bölüm’de detaylandırılan normatif asimetriyi ve ceza adaletindeki orantısızlığı giderir. Fiilin objektif ağırlığı ile verilen ceza arasında denge kurularak, daha ağır bir eylemin daha hafif bir hukuki karşılık bulması gibi yargısal paradoksların önüne geçilir.• Caydırıcılık: Cezanın alt sınırı 1 yıla çıkarılarak adli para cezasına çevrilmesi engellenir.• Koşulsuz Koruma: “Kamu barışını bozmaya elverişlilik” şartı kaldırılarak kutsalın doğasına uygun, doğrudan bir koruma sağlanır.10.5. Önerilen Reformların AİHM Standartları, Anayasal Değerler ve “Birlikte Yaşama Kültürü” ile UyumuÖnerilen bu reformlar, hem ulusal hem de uluslararası hukuk normlarıyla tam bir uyum içindedir. AİHM’in devletlere tanıdığı takdir marjı çerçevesinde meşru bir adımdır. Anayasal düzeyde ise mevcut sistemdeki İstiklâl Marşı paradoksunu çözerek, Anayasa’nın ruhuyla uyumlu bir yasal çerçeve oluşturacaktır. Nihayetinde bu reformlar, TCK m. 216/3’ü “toplumsal infiale davetiye çıkarma” işlevinden kurtararak, milletin manevi temellerini anayasal kimliğine uygun bir şekilde hukuken koruma altına alacak, böylece birlikte yaşama kültürünü güçlendirerek kamu barışına somut bir katkı sunacaktır. Dipnotlar¹ 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, Kanun Numarası: 5237, Kabul Tarihi: 26/9/2004, Yayımlandığı R.G.: Tarih: 12/10/2004, Sayı: 25611.² Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Kanun Numarası: 2709, Kabul Tarihi: 7/11/1982, Yayımlandığı R.G.: Tarih: 9/11/1982, Sayı: 17863, Madde 3 ve 4.³ Kur’an-ı Kerim, Tevbe Suresi, 9:24.⁴ Kur’an-ı Kerim, En’âm Suresi, 6:108.⁵ Konuyla ilgili detaylı bir analiz için bkz. Hansen, J. M., & Hund, W. D. (2015). “The Mohammed Cartoons and the Danish Media”. Race & Class, 56(3), 64-83.⁶ “Denmark seeks to ban Koran burnings after protests”. BBC News, 25 Ağustos 2023.⁷ “Leman dergisindeki karikatür krizinde neler yaşandı?”. Deutsche Welle Türkçe, 29 Haziran 2024.⁸ “Savcılığın karikatür yorumu: Bombalardan peygamberler sorumlu tutuluyor”. Diken, 28 Haziran 2024.⁹ “Hadis-i şerif ile alay eden Boğaç Soydemir ve Enes Akgündüz tutuklandı”. Yeni Şafak, 18 Eylül 2024.¹⁰ “Bir şarlatan Allah’a küfrederek peygamberlerimiz Hz. Musa ve Hz. İsa ile dalga geçti, tutuklandı”. Haber7, 29 Eylül 2024.¹¹ 12 Mart 1921 tarih ve 124 sayılı “İstiklâl Marşı’nın Millî Marş Olarak Kabulü Hakkında Kanun”.¹² 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, Kanun Numarası: 765, Kabul Tarihi: 1/3/1926, Yayımlandığı R.G.: Tarih: 13/3/1926, Sayı: 320.¹³ Anayasa Mahkemesi Kararı, E.1986/11, K.1986/26, T. 4/11/1986. Yayımlandığı R.G.: Tarih: 14/1/1987, Sayı: 19341.¹⁴ Bu kriterin uygulanmasıyla ilgili olarak bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E. 2017/16-956, K. 2017/370, T. 27.6.2017.¹⁵ Yargıtay 8. Ceza Dairesi, E. 2014/35434, K. 2015/22535, T. 11/06/2015.¹⁶ 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun, Kanun Numarası: 5816, Kabul Tarihi: 25/7/1951, Yayımlandığı R.G.: Tarih: 31/7/1951, Sayı: 7872.¹⁷ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme), Roma, 4.XI.1950.¹⁸ AİHM, Otto-Preminger-Institut v. Avusturya, Başvuru no. 13470/87, Karar Tarihi: 20 Eylül 1994.¹⁹ AİHM, E.S. v. Avusturya, Başvuru no. 38450/12, Karar Tarihi: 25 Ekim 2018.²⁰ AİHM Büyük Daire, Leyla Şahin v. Türkiye, Başvuru no. 44774/98, Karar Tarihi: 10 Kasım 2005.²¹ AİHM, İ.A. v. Türkiye, Başvuru no. 42571/98, Karar Tarihi: 13 Eylül 2005.²² Anayasa Mahkemesi’nin bu yöndeki evrilen yorumu için bireysel başvuru kararları incelenebilir. Örnek olarak bkz. Z.B.A. ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2017/39958, T. 21/7/2020.KaynakçaKutsal Metinler• Kur’an-ı Kerim.Kanunlar ve Sözleşmeler• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950).• Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982).• 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (2004).• 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (Mülga).• 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun (1951).Mahkeme Kararları• Anayasa Mahkemesio E.1986/11, K.1986/26, T. 4/11/1986.o Z.B.A. ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2017/39958, T. 21/7/2020.• Yargıtayo Ceza Genel Kurulu, E. 2017/16-956, K. 2017/370, T. 27.6.2017.o 8. Ceza Dairesi, E. 2014/35434, K. 2015/22535, T. 11/06/2015.• Avrupa İnsan Hakları Mahkemesio E.S. v. Avusturya, Başvuru no. 38450/12, Karar Tarihi: 25 Ekim 2018.o İ.A. v. Türkiye, Başvuru no. 42571/98, Karar Tarihi: 13 Eylül 2005.o Leyla Şahin v. Türkiye, Başvuru no. 44774/98, Karar Tarihi: 10 Kasım 2005.o Otto-Preminger-Institut v. Avusturya, Başvuru no. 13470/87, Karar Tarihi: 20 Eylül 1994.Haber Kaynakları ve Makaleler• “Denmark seeks to ban Koran burnings after protests”. BBC News, 25 Ağustos 2023.• “Leman dergisindeki karikatür krizinde neler yaşandı?”. Deutsche Welle Türkçe, 29 Haziran 2024.• “Savcılığın karikatür yorumu: Bombalardan peygamberler sorumlu tutuluyor”. Diken, 28 Haziran 2024.• “Sweden raises terror alert to second highest level”. Reuters, 17 Ağustos 2023.• Hansen, J. M., & Hund, W. D. (2015). “The Mohammed Cartoons and the Danish Media”. Race & Class, 56(3), 64-83.• Yeni Şafak, 18 Eylül 2024.• Haber7, 29 Eylül 2024.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir