

Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Kılıçdaroğlu kazandığı takdirde henüz yürürlükte olduğunu iddia ettikleri 6251 sayılı uygun bulma kanununa dayanarak İstanbul Sözleşmesini tekrar yürürlüğe koymak isteyebilecektir.
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçim kampanyası öncesinde ve sürecinde verdiği demeçlerde Cumhurbaşkanımız tarafından feshedilen İstanbul Sözleşmesi’ni (Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi) iktidara geldiklerinde gecikmeksizin tekrar yürürlüğe koyacaklarını söylemiştir.
İttifakın küçük bir ortağı dışında diğer tüm ortakları ve dışarıdan destekleyen bileşenleri de aynı yönde beyanlarda bulunmuşlardır.
İkinci tur için Millet İttifakıyla mutabakat metni imzalayan Zafer Partisi Genel Başkanı da daha önceden İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin geçersizliği ve tekrar uygulanması gerekliliği yönünde beyanda bulunmuştur.
Ne var ki, 14 Mayıs tarihli milletvekili seçimleri tamamlandığında Millet İttifakı ve hariçten destekleyenleri Meclis çoğunluğunu sağlayamadıklarından bu vaadlerini yerine getirmeleri imkansız hale gelmiştir.
Buna rağmen, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Kılıçdaroğlu kazandığı takdirde henüz yürürlükte olduğunu iddia ettikleri 6251 sayılı uygun bulma kanununa dayanarak Sözleşmeyi tekrar yürürlüğe koymak isteyebilecektir.
Bu sefer de zaten yürürlüğü kalmamış olan uygun bulma kanununu Cumhur İttifakı TBMM’de kaldırarak engelleyebilecektir.
***
28 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemek için Zafer Partisi ile Millet İttifakı Bileşenleri arasında 7 maddelik bir mutabakat metni hazırlanmış, 24 Mayıs 2023 tarihinde imzalanarak kamuoyuyla paylaşılmıştır. Söz konusu mutabakat metninin 1 ve 3’üncü maddeleri şöyledir:
1- Anayasamızın ilk 4 maddesi ve 66. madde de yer alan Türk Vatandaşlığı konusundaki tanımı ve içeriği korunacaktır.
3- Başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılar ve kaçaklar en geç 1 yıl içerisinde ülkelerine geri gönderilecektir.”
Bu mutabakatın açıklanmasından bir gün önce de Zafer Partisi Genel Başkanı şu ifadelere yer vermiştir:
“Hiç kimse Türkiye’yi dünyanın lunaparkı olarak göremez. Bakıyorsunuz, Türkiye’ye yüz binlerce kişinin geldiği değişik ülkelerde Google araması yapanlar, ‘Türk genç kızları, Türk kadınları’ başlığı altında arama yapıyorlar. Türk erkek çocuklarıyla ilgili arama yapıyorlar. Kusura bakmayın ama biz bu ülkenin insanlarının bu şekilde dünyanın bütün lümpen sürülerinin hedefi haline getirilmesine de izin vermeyiz. Hassasiyetimiz budur.”
“Türkiye, ‘göçmenistan’ olmasın diyorsanız, babanızdan aldığınız güvenli Türkiye’yi çocuklarınıza ve torunlarınıza emanet etmek istiyorsanız, kızınızı, eşinizi, annenizi, teyzenizi caddeye çıkarken veya oğlunuzu köşedeki bakkala yollarken sizin çocukluğunuzdaki güven içerisinde gitmesini istiyorsanız sandığa davet ediyoruz.”
Yapılan açıklama vicdanen bir uyarı yükümlülüğü doğurmuştur. Hemen belirteyim ki; Ümit Özdağ’ın “Hiç kimse Türkiye’yi dünyanın lunaparkı olarak göremez” şeklinde başlayan ve “lümpen sürülerinin hedefi” diye devam eden sözlerine katılıyorum. Bu konuda elden gelen her türlü çalışma yapılmalıdır. Türkiye “lümpenistan” haline gelmekten kurtarılmalıdır. Bunu “Hakk’a tapan millet” olarak kalmamız için kaçınılmaz bir gereklilik olarak görüyorum.
Ancak, “göçmen” ile “lümpen” aynı şey değildir. Lümpenlik göçmenliğe bağlı olan bir durum değildir. Lümpen kavramı ilke ve değerlerden uzak sefil, sokak serserisi takımı anlamında kullanılırken aynı şeyi her zaman göçmenler için kullanmak doğru değildir.
Ayrıca, “lümpen sürülerini” sadece ülke dışında aramak eksik bir çalışma olur. Yerli ve yabancı tüm lümpen sürüleri ile mücadele etmek gerekir. Bu bağlamda “Özgürlük ve ahlak dengesi” mutlaka gerçekleştirilmelidir.
Milletimizin çoğu göçmendir. Orta Asya’dan gelip Anadolu’ya yerleşen Türkler, Moğol istilasından kaçarak Afganistan Belh’ten Konya’ya gelen Mevlana ve babası, İran Nişabur’dan gelip Nevşehir’e yerleşen Hacı Bektaş, Yesevî dervişleri, Adalardan, Balkanlardan hicret edip gelen Türkler, Boşnaklar, Arnavutlar, Romanlar, Kafkaslardan gelen Çerkesler, Abazalar, Gürcüler vs. hepsi göçmendir. Hepsi birlikte Hakk’a tapan millet unsurları olarak bu ülkenin maddi ve manevi gelişmesine, ahlaken yükselmesine katkıda bulunmuşlardır. Geçmiş asırlarda ve son dönemde Suriye’den, Irak’tan gelen kalıcı veya geçici Türkmenler, Araplar vs. gelen kardeşlerimizin tümünü de lümpen olarak göremeyiz. Onların önemli bir kısmı bir asır öncesinde vatandaşımız olan insanlardır. Lozan andlaşmasıyla istemeden ülkemizden ayrılmak zorunda kalmışlardır.
Günümüzde Türkiye’de bulunan sığınmacıların ülkeye geçici statüde kabul edildikleri bir gerçektir. Şartlar elverdikçe geri gönderilmeli veya koruma ve ihtiyaç duydukları yardıma ulaşacakları üçüncü bir ülkeye yerleştirilmelidir. Ülkede misafir oldukları süre içerisinde vatandaşlarımız gibi onların da hukuka uygun davranması ve gerektiğinde cezalandırılmaları veya sınır dışı edilmeleri her zaman için mümkündür. Böyle de olmalıdır.
Ancak dışarıdan gelen her göçmenin veya sığınmacının lümpen olarak değerlendirilmesi çok yanlıştır. Lümpen diyebileceklerimizin yanında mağdur ve mazlum, ahlak, ilim ve hikmet sahibi bir çok Suriyeli sığınmacı da aramızdadır. Onlardan istifade etmek gerekir. Bununla birlikte, Suriye’yi Türkiye düşmanlarına ve lümpenlere bırakmamak için orada da milletimizin dostu ilim ve hikmet sahibi, güzel ahlaklı insanların egemenliğinin sağlanmasının yolları araştırılmalı ve bulunmalıdır.
Sığınmacıların geri gönderilmeleri veya sınır dışı edilmeleri uluslararası sözleşmelere uygun olarak insan onuruna dayalı insan hakları anlayışı çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Onlar ülkemizde bulundukları süre içerisinde koruma altına alınan kişi durumundadırlar ve işkenceye, kötü muameleye ve ayrımcılığa tabi tutulmamaları gerekir. Aksine bir uygulama ne dine, ne ahlâka, ne de medeniyete, insan haklarına ve hukuka uyar. Böyle bir durumda uluslararası itibar kaybı, baskı ve ithamların ötesinde sonucu AİHM’de bitecek büyük tazminat davaları ile karşılaşılması kaçınılmazdır. Mevcut iktidarı hukuksuzlukla, insan haklarına aykırılıkla itham eden bir muhalefet bu yaklaşımıyla şimdiden “nefret ve ayırımcılık”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” gibi suçları işlemeye başlamış demektir.
Millet İttifakı ile Zafer Partisi arasında imzalanan mutabakat metnindeki sığınmacıları ülkelerine geri göndermeye ilişkin maddenin hukuka ve insan haklarına dayalı olarak uygulamada 1 yıl içinde gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Bu bilinemiyorsa Cumhurbaşkanı adayının devleti yönetemeyeceğine işaret eder. Bir yıl içinde gerçekleştirilemeyeceği bilindiği halde imzalanıyorsa bu da halkı aldatmaktır. Hukuka aykırı olarak uygulama niyeti taşınıyorsa bu da suça teşebbüse dönüşebilir. Her ne olursa olsun insan haklarına aykırı bir şekilde geri göndermek, sınırdışı etmek gayr-ı medeni Avrupa’ya, Yunan’a yakışır; Türk’e, Türklüğe, Türk Milliyetçisine ve Türk devlet adamına yakışmaz. Anayasa’daki Türk tanımı korunmakla Türklük korunmaz. Türklük Türklüğe yakışır asil davranışlarla korunur.
***
Eğer, İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlüğe koyabilseler Sözleşmenin oturma iznini düzenleyen 59’uncu ve toplumsal cinsiyete dayalı iltica taleplerini düzenleyen 60’ıncı maddesi de yürürlüğe girecektir.
Sözleşmenin 59’uncu maddesine göre nikahsız birlikte yaşayan partnerler dahi aile ikamet izni alabilecek, aynı şekilde ilişkinin bozulması durumunda ilişkinin süresi dikkate alınmaksızın eşten bağımsız oturma izni alabileceklerdir. Sınır dışı edilme işlemlerini bağımsız oturma izni için başvurmalarına olanak sağlayacak şekilde durdurabileceklerdir. Devlet bunun için gereken yasal veya diğer tedbirleri alacaktır.
60’ıncı maddeye göre de taraf devletler toplumsal cinsiyet nedeniyle zulüm görme tehlikesi altındaki başvuru sahiplerine mülteci statüsünün tanınmasını temin etmek zorundadır. Devlet Sözleşmeye taraf olduğu takdirde cinsel yönelimleri, cinsiyet kimlikleri veya toplumsal cinsiyete dayalı diğer gerekçelerle iltica talebinde bulunanları mülteci olarak kabul edebilmek için özel yasal düzenlemeler yapmak ve bu gerekçeleri ileri sürenleri mülteci olarak kabul etmekle yükümlüdür.
Toplumsal cinsiyet kimliği toplumun tanımladığı değil kişinin kendini tanımladığı kimliği olduğu için bu gerekçeyi ileri süren her erkek veya kadın Türkiye’ye mülteci olarak kabul edilmek durumundadır. Örneğin, Afganlı, İranlı, Rusyalı veya dünyanın herhangi bir yerinden nikahsız birliktelik yaşamak isteyenler, LGBT’ler, feministler veya toplumsal cinsiyet gerekçeleriyle zulüm görme tehlikesi altında olduğunu ileri sürenler veya ülkemiz refahından yararlanmak için görünürde bu gerekçelere sığınanlar Türkiye’ye mülteci olarak kabul edilmek veya ikamet izni verilmek zorunda kalınacaktır. İşte o zaman ülkemiz lümpen takımına, eşcinsel, değişken cinsiyet kimlikli kişilere, erkek görünümlü kadınlara, FİSTAN giyen erkeklere açılabilecektir.
Toprağı sıksan şüheda fışkıran Cennet Vatan’ımız toprağı sıksan LGBTİ+F (Feminist) fışkırır hale gelebilecektir. İSTANBUL Sözleşmesi aracılığıyla hem GÖÇMENİSTAN hem de LÜMPENİSTAN ve LGBTFİSTAN olabilecektir.
Devlet ve milletimiz daha büyük toplumsal sorunlarla karşılaşabilecek, genel ahlak, kamu düzeni, kamu güvenliği geri dönülmez bir şekilde yara alabilecektir.
***
Bütün bunların yaşanmaması için, ülkemizin fazilet dolu, iman dolu ANADOLU olarak kalabilmesi için, yeni bir AİLE MEDENİYETİ hamlesi başlatıp KURTULUŞ CEVHERİ’mizi dünyayla paylaşmak için desteğim Cumhur İttifakı adayı KASIMPAŞALI YİĞİDİMİZE!